Türkün Dünyası ve Diğerleri - II
- Kızıl Kurt Teşkilatı
- 9 Ağu 2018
- 26 dakikada okunur

Hazırlayan: Asel Hanbayeva / 2018
Türk Milleti olarak bizim kimseyle paylaşamama ya da başka sorunlarımız yoktur. Eşit koşullarda ve toplumlarımızın ortak menfaatlerini düşünerek, birbirimizin değerlerine ve yaşam tarzına müdahale etmeye çalışmadan, yurtlarımıza saldırıp durmadan insanca yaşamanın yollarını geliştirme zorundayız. Aksi halde kavgaların çıkması gayet doğaldır. Türk Milleti ırkçı, ayrımcı, ötekileştirici değildir. Böyle şeylerle uğraşanlar da Türk değildir. Türklerin en az 52,000 seneden beri geliştirilen devlet kuralları ve toplumsal değerleri bulunmaktadır. Türkler dün ortaya çıkmış bir toplum değildir. Bugünkü dünyanın % 90'ının köklerinde Türk genleri bulunur ve günümüz kültürlerinin çoğu Türk kültürü ile geliştirilmiştir. Bizim şu ya da bu toplum, hiç kimsenin lütfuna da ihtiyacımız yoktur. Bütün dünyanın Türk olup olmaması da asıl itibariyle umurumuzda değildir. Asıl umursaması gereken Türk dışı toplumlardır. Onlar "biz nereden, nasıl geldik, nasıl ortaya çıktık" diye sormaları gerekir. Uzaydan ışınlanamayacaklarına ve yerden bitemeyeceklerine göre bir yerlerden gelmiş olmaları gerekir. 2000 sene öncesine baktığınızda Avrupa, 500 sene öncesine baktığınızda Amerika, 6000 sene öncesine baktığınızda Afrika diye birşey yoktu. Yani buralardaki toplumlar dağınık dağınık yaşayan 5-10 kişilik küçük gruplar halindeydiler, geniş toplumlar yoktu. Ama her zaman Türkler vardı. Türkler hiçbir zaman hiçbir topluma düşmanlık etmemiştir. Düşmanlık edenler hep yabancılar olmuştur. Binlerce km öteden gelen Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Almanlar, Çinliler Ortadoğu'yu karıştırarak Müslümanların sefil olmalarına yol açmışlardır. ABD'deki kadınlar "çocukları iyi yaşasın, kendileri sefalet çekmesin" diye kocalarını orduya yazdırmaktadırlar. Ancak kocaları binlerce km ötedeki Müslüman yurtluklarında onbinlerce masum kadını, çocuğu, bebeği, yaşlıyı, esnafı acımasızca katletmektedir. Lafta oralara "demokrasi" götürmektedirler. Oralarda yaşayanların batının demokrasi anlayışına ihtiyacı yoktur. Zorla kendi rejim anlayışlarını ve modern kölelik sistemlerini empoze etmeye çabalamaktadırlar. Ülkesini savunan insanlara ise "terörist" demektedirler. Hâlbuki türlü türlü serseriyi toplayıp örgütleyerek yeni yeni terörist oluşumlar kuran ve sonra da Müslüman ülkelere onları bela eden de batıdır. Batının enerjisi güzeldir, batılı çalışkandır ve üretkendir, batı dinamiktir, batı sistemlidir.. Batıyı külliyen kötü görüyor değiliz. Batı bilimde ve teknikte çok ileri gitmiştir. Küresel seviyede emperyalist güçler olan ABD, Almanya, İngiltere, Çin ve Rusya açgözlülükleri ile aşırı üretimi ve tüketimi körükleyerek küresel ısınma belasını da başımıza sarmıştır. 2010'dan itibaren dünyanın ısısı hızla artmaktadır. Artık hayatı tehdit eder hale gelmiştir. Ancak saydığımız emperyalist ülkeler halen küresel ısınma sorununu çözme adına hiçbir şey yapmamışlardır. Bu gidişle ele geçirebilecekleri bir dünya da kalmayacaktır.
Anadolu Türkleri özellikle Türk Osmanlı İmparatorluğu zamanında bütün Türk Dünyası ile ileri münasebetler kurmuştur. Ortak Türkçe adına çalışmalar yapılmıştır. Osmanlı zamanında Balkanlardan çıkıp Saha Yakutistan'a veya Uyguristan'a kadar giden bir Türk hiçbir yardım almadan Türklerle konuşup anlayabiliyordu. Rusya'nın ve Çin'in asimilasyon programları ile Türklerin kullandıkları lehçeler bozulmaya çalışılmış ve Türkler arasındaki etkileşimler kopartılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcudiyeti, Anadolu Türklerinin batı zulmünden kurtarılması açısından önem taşısa da Türk Hanedanlığı ile milletin bağlarının kopartılıp batılı emperyalistlerin kendi kontrolleri için ortaya çıkarttıkları "demokratik sistem" ülkenin giderek kötüye gitmesine, kontrolün de "Müslüman Türk sıfatındaki" gayri Türk ve gayri Müslim toplulukların eline geçmesine sebebiyet vermiştir. Anadolu Türkünün bu zafiyeti tek suçlu değildir. Diğer yerlerdeki Türkler de tekrar yapılanma ve teşkilatlanma konularında sınıfta kalmışlardır. Türkiye'nin yüzünü tamamen batıya dönmesi ve batıya aşırı derecede açık kapılar bırakması ülkenin emperyalistlerin gölgesine altına itilmesine yol açmıştır.
1946 - 1950 yılları arasında çıkan Markopaşa ve soyundan gazeteler birçok açıdan önem taşıyor. İlki, mizah gazetesi olarak halkın gönlünde taht kurmuş olması ve aradan elli yılı aşkın bir süre geçmesine karşın yine de konuşulması. Diğeri de ülke olarak bugün geldiğimiz nokta… Gelinen noktanın asıl kökleri 1946'lara dayanıyor. Atatürk'ün sağlığındaki devrimler coşkusunun durdurulması ve Ulusal Kurtuluş Savaşı kültüründen kopmaya başlayış bu yıllarda oldu. "Karşıdevrim", tohumlarını bu yıllarda attı. Hükümetiyle, muhalefetiyle "ABD emperyalizmine kucak açıldığı" bu yıllarda bir avuç aydının ve onların önde gelenlerinden olan Markopaşacıların canları pahasına mizah silahıyla yaptıkları uyarılar tüm sonuçlarıyla bugün daha da önem taşıyor. Yeniden bağımlı duruma sokulduğumuz günümüzde yaşadığımız sorunların köklerine inmeden çözüm bulmak olası değil. Sorunları saptama açısından "Yanlış ne, nereden ve nasıl başlatıldı?" sorularına en güzel yanıtı Markopaşacılar vermişlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk zamanında başlayan ABD ile çok yakın münasebetler, Mustafa Kemal'in "tek partili demokratik sistemi" deneyerek vefatı sonucunda daha ileriki safhalara geçememiştir. ABD'nin subliminal kontrol, siyaset mühendisliği, insan mühendisliği, teknik hipnotizma, evanjelizmin küresel hareketleri, Amerikan ve İngiliz gizli hanedanlıklarının projeleri ve daha pekçok şey 1920'lerde başlayan çalışmaların ürünüdür. Savaşların bitip Avrupa'da Avrupa Birliği fikrinin ABD tarafından empoze edilmesi fazla uzun sürmedi. Dünya ülkelerini kontrol için Birleşmiş Milletler kuruldu. Önceleri Ruslar düşman ilan edilerek NATO kuruldu, sonra da NATO'ya bağlı, ABD ordusu dışındaki orduların kontrolü ve küçültülmesi planlandı. Mustafa Kemal sonrasında Türkiye'nin başına geçenler sürekli olarak Amerikan emperyalizmine hizmet ettiler. Açılmak istenen pekçok fabrika ABD'nin arzusu üzerine kapatıldı. Devlet malı yağmalamak adetten oldu. Marshall Yardımı adı altında planla Türkiye'nin geleceğine büyük darbeler indirildi. IMF borçlandırmaları ile ülke ekonomisi berbat edildi. Devleti yönetenler lükse ve keyfiyete önem verdi. Siyaset meslek ve iş alanı oldu. Türkiye'nin kötü ellerde yönetilmesi sonucu Osmanlı'dan ayrılan ya da Osmanlı ile kardeşlik ilişkileri olan bütün coğrafyalarda kâfirlerin zulümleri ve katliamları başladı. Türk yurtluklarının çoğu Türk düşmanlarının eline geçti. Dindar görüneni de, solcu olduğunu söyleyen de, sağcı olan da, ortada dolanan da hiçbir şey yapmadı. Solcu kesim "aman kendi sınırlarımız içinde kalalım, emperyalistleri kızdırmayalım" kafasıyla baktı olaylara.. Komünizme inananlar "Rusya ve Çin ile dost kalalım da ne olursa olsun" dedi.. Çıkarperestler ülkeyi borç batağına soktu ve emperyalistlerin kucağına itti.. Yani Türklerin asli kimliğini ve fıtratını bozmak için ellerinden geleni yaptılar. Türkler ise onca sefilane şey olmasına karşın alıştıkları kişisel düzenleri bozulmasın diye gözleri yumdu, kulaklarını tıkadı ve ağzını kapattı.. Mahallede çıkacak yangının onların evine de ulaşacağını hesap etmediler. Türk Hanedanlıkları ve Asil Türk Soyları tarafından yönetilmeyen bir ülkenin tükenişini izledik. Ordusu NATO'ya, siyaseti Avrupa Birliği'ne, ruhu ABD'ye, cebi Rusya'ya ve Çin'e, dini Vahhabilere ait bir ülke haline gelindi.. Bu durumdan bütün Türk ve İslam dünyası zararlı çıktı. İyiler ötelendi, kötüler baş tacı edildi. Milletimiz dava insanı olmayı terk etti. Bencil ve umursamaz yaşamayı tercih etti.
"Ne olcek bu memleketin hali?" sorusu Türkiye'de 1970'lerden beridir en çok kullanılan cümlelerden birisidir. Herkes bu soruyu sorar, fakat kimse bir yanıt getirmek için çalışmaz ve mücadele etmez. Bu iki konu İslami olarak "farz-ı kifaye" hükmündedir, Türk Töresi açısından ise "ilkin prensiplerden" konulardır. Bu iki konu keyfe tabi değildir. Müslüman olduğunu söyleyen herkes ve Türk olduğunu söyleyen herkes bu iki hususa hassasiyet göstermekle yükümlüdür. Hesap gününde atalarının huzurunda alnı açık - yüzü pak durmak ve cennetlikler ile birlikte pürnur durmak isteyen herkes ahir zamanda irşada ve cihada önem vermelidir. Türkçüler ve modernistler "Arapça" ya da "gerici" ifadeleri gibi algılasa da irşad ve cihad her vatanseverin ve her milletseverin vatanına ve milletine karşı da aleni borcudur.
A. Millete ve devlete sahip çıkmada Japon örneği
Japonya 2 dünya savaşı atlattı. Japonya adası çok kısıtlı imkanlara ve topraklara sahiptir. Büyük bir kesiminde dağlar ve inip çıkan yükseltiler vardır. Tarıma elverişli arazisi çok azdır. Adada üretilen tarım ve hayvancılık ürünleri genelde lüks tüketim maddeleri olarak satılırlar. Mesela; Japonya'nın Kobe kentinde yetiştirilen inekten elde edilen Wagnu etinin 1 kilosu 2800 doları bulmaktadır. Yani bu etten yapılma bonfile yemek isterseniz bunun restorandaki maliyeti size 4-5,000 dolara patlayabilir. Japonya'nın pekçok tarım, hayvancılık, maden, enerji, vs. ihtiyaçları yurtdışından temin edilmektedir. I. Dünya Savaşı sonrası Japon İmparatoru, Japon gençlerini dünyanın dört tarafındaki en iyi üniversitelere eğitim alsınlar diye göndermiştir. Onları uğurlarken de "siz vatansever gençlersiniz.. iyi eğitim alın ve sonrasındaki çok iyi firmalarda çalışıp tecrübeler edinin.. sizi geri çağırdığımızda hemen vatanınıza dönüp öğrendiklerinizi vatanınızın gelişimi için kullanın" dedi. I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından II. Dünya Savaşı patlak verdi. Japonya kendisini toparlayamadı. Ancak bilime ve teknolojiye karşı bir ilgileri II. Abdülhamid Han'ın Japonlara hediye ettiği "ilk robot" ile başladı diyebiliriz. II. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılan Japonya, Almanya ile birlikte ABD'nin müstemlekesi haline geldi. İ... çetesinin arzusu ile ABD'nin açtığı krediler sayesinde tamamen yıkılmış Almanya ve Japonya'dan yeni ülkeler inşa edildi. Japon İmparatoru, elini kolunu bağlayan ABD'ye karşı birşey yapamazken, dünyanın dört tarafına gönderdiği Japonları geri çağırdı. Yeni fabrikalar ve ar-ge merkezleri kuruldu. Japonya, ABD'nin gölgesinde bile olsa hızla büyüdü ve gelişti. Bugünkü halini aldı. Eskiden beri Japonlar günlerinin en az 1 saatini ülkelerinin gelişimi için ücretsiz çalışarak harcamaktadırlar. Tabi yeni nesil Amerikan kültürüne yenik düşerek çalışmaktan ve sorumluluk almaktan kaçtığı için Japon İmparatoru birkaç sene evvel "70 yaş üstü Japonları tekrar çalışmaya" davet etti. Japonya'da ahlaki çöküş Amerikan kültürü ile birlikte çok büyük hız kazandı. Vatanı ve milleti için canını verebilecek, saygılı, vefalı, akıllı bir toplumun yeni nesilleri tamamen Amerikan emperyalizminin köleleri haline geldiler.
B. Müslümanların ve Türklerin son 150 senedir halleri
Son 150 senedir Müslümanların ve Türklerin İslami ve Töresel kurallar bağlamında çok gevşediklerini, umursamaz davrandıklarını, kendilerini rüzgârın esişine bıraktıklarını görmekteyiz. Savaşların bitmesi ve emperyalist oyunların farklı bir kulvardan aldatıcı biçimde ilerlemesi (kötü ahlakın sevdirilmesi, bilinçsiz ve akılsız yaşamanın marifet ve mutluluk olarak gösterilmesi, kapitalizmin ve materyalizmin ruhları esir alması) sonucu dini ahkâmda ve Töresel şuurda zafiyetler baş göstermiştir. "Asli kural" olan pekçok şey, insanların rahatlaması ile birlikte gitgide daha fazla yumuşatılarak söylenmesine ve sonunda da "yapsan da olur, yanmasan da" kafasına kadar düşülmesine yol açmıştır. Din ve Töre "binanın şu kolonlarını güçlendir, sağlam tut ve onlara direnç ver, içten çürümelerine de izin verme" dediği halde zamanla insanlar "şu kolonlara arada sırada bak yeter" kafa yapısına kadar gerilemişlerdir. Hal böyle olunca da zamanla o kolonlar unutulmuştur. İrşad ve cihad işte o kolonlardan en önemli iki tanesidir. Bazı âlimlere göre "imanın şartlarından" sayılmaktadırlar. İslamiyet bize imanın 6 ve İslam'ın 5 şartı olduğunu söyler. Ancak bunlar temel ameli kurallardır. Bunlardan hariç olarak düzene dair başka şartlar da vardır. Hoca Ahmed Yesevi "imanın şartı 10'dur" der ve "ilim öğrenmek" o şartlardan birisi olarak gösterilir. İyiliği emretmek ve kötülükten uzaklaştırmak, önce kendini ve sonra diğer insanları irşad etmek, küçük ve büyük cihadlara katılmak, ilim öğrenmek ve öğretmek, kötülüğe ve kötülere engel olmak, insanların sorunları ile ilgilenmek ve insanlara güzel konuşmak, güzel ahlak üzere yaşamak, vatanı ve milleti yüceltmek için çabalamak gibi bir takım kurallar da imanın düzen şartlarındandır. "Düzen şartı" olması demek onların "ameli şartlardan" daha önemsiz olduğunu göstermez. Zira düzen şartlarını yerine getirmezseniz ameli şartları yerine getirebilecek imkânları bulamazsınız. İslamiyet "milletler, İslamiyet'e aykırı durumlar içermediği sürece kendi milli kültürlerini yaşamakta serbesttir" der. Hiçbir milletin tekdüze hale gelmesini ve Araplaşmasını istemez. Allah dünyada canlılığı, çeşitliliği ve renkliliği sever. İslamiyet hiçbir zaman insanlara "Araplaşın" dememiştir. Hz. Muhammed'in (ASM) sünnetullahını ve hadislerini öğrenmek ve onlardan istifade ederek yaşamımıza huzuru, güveni, sağlığı, aklı taşımak ise asla Araplaşmak demek değildir. Kaldı ki Hz. Muhammed (ASM) te Arap değildir, Türktür.
Bu yazıyı "şu ülkeyi, bu ülkeyi" hedef gösterip yazmadığımızı, Türk Töresi ve İslamiyet kuralları gereği bilinmesi gereken bazı esasları öğretmek amacıyla yazıyoruz. Kimse oraya-buraya çekmesin. Genel kuralları bütün Müslümanların ve Türklerin bilmesi esastır. Zira 2 rekât namaz kılıp Müslümanlığı tamam zannedenler ile el-kol hareketleri ile milliyetçilik yapanların Töreye uyduklarını sanması büyük birer ahmaklık örneğidir. Bu tür durumlar tarihin bütün çağlarında olmuştur. İnsanlar biraz maddi rahata erince ve biraz da savaşlardan uzak kalınca bütün asli kuralları unutuvermişlerdir. Merhamet diye çocuklarına aşıladıkları bozuk fikirlerle ve çocuklarının mücadelelere katılmalarını engellemeleri ile aslında en büyük kötülükleri yapmışlardır. Bu tür olaylar firavunlar zamanında da vardı, Cengiz Han zamanında da vardı, günümüzde de var.. İrşattan ve cihattan kaçan kişinin İslami açıdan dini tamam olmaz, imanı da geçerli sayılmaz. Milli ve manevi davalardan kaçanın Türk Töresi'ne uyduğu da iddia edilemez ve Türklüğü de makbul değildir.
C. Küfre, vatan ve millet düşmanlarına karşı birlikte hareket etme
Muhsin Yazıcıoğlu'nun bir sözü vardır: "Firavun'a karşı olmak yetmez, Musa'nın da yanında olmak gerekir". Evet, sadece laf ile kâfire ve münafığa buğz edip geçiştirmek yeterli değildir. Dine göre "bir kötülüğe karşı sessiz kalan ve hiçbir mücadele vermeyen dilsiz şeytandır" ve "bir kötülük ile karşılaştığında önce onu elinle düzeltmeye çalış, eğer yapamıyorsan dilinle uyar, onu da yapamıyorsan kalbinle buğz et" denilir. Tabi "öncelikle elinle düzelt" kısmında "aktif olarak milli ve manevi mücadeleler ver" denilmektedir. Kolaya kaçıp hemen iki söylenip kalp ile sevmemek te yeterli değildir. Aktif mücadele imanın ve atasal onurun ana esasıdır. Allah kolaya kaçıcıları sevmez. Savaş olmadığı zamanlarda aktif olarak milli ve manevi davalara katılıp mücadele etmek gerekir. Hem de gerekiyorsa bütün zamanımızı, bütün enerjimizi, bütün maddi kaynaklarımızı ve hatta canımızı vakfederek yapmamız gerekir. Eğer bizi esir aldılar ve elimizi kolumuzu bağladılarsa dilimizle mücadele edeceğiz. Yok, ağzımızı da bağlayıp işkence yapıyorlarsa kalbimizle buğz edeceğiz. En kolay olanına kaçıp iki laf ile kalbin beğenmemesini sağlama asla yeterli değildir, dinen de geçerli değildir.
"Aman rahatım bozulmasın", "aman imkânlarıma zarar gelmesin", "ama ailem sıkıntı çekmesin" diyerek milli ve manevi davalardan uzak durmak ne dinen ve ne de Türk Töresi açılarından geçerli mazeretler değildir. Eğer Allah'tan korkmayıp O'nun emrince hareket etmez ve dinin emirlerini yerine getirmezsek Allah kul korkusunu, belaları ve musibetleri bize ve ailemize müptela kılar, başımıza yağmur gibi yağar. Ayrıca kabirden itibaren çok ağır hesaplarla ve cezalarla muhatap kalırız. Ahiretteki sabit yerimiz de cehennem olur. Milli ve manevi mücadelelerden kaçanlar ne bu dünyada ve ne de ahirette cennete kavuşamazlar. Din “nasıl layıksanız öyle yaşarsınız.. nasıl layıksanız öylece yönetilirsiniz” der.
Hz. Muhammed (ASM) “bir ülkenin yöneticileri ahlaklı ise, halkı ahlaksız da olsa o halk kurtuluşa erebilir; ancak o ülkenin yöneticileri ahlaksız ise halkı ahlaklı dahi olsa o halk selamete eremez” buyurmuştur. Peki, biz de şunu soralım “bir ülkenin hem devleti yönetenleri ve hem de halk ahlaksızlaşmışsa, onursuzca yaşıyorsa, emperyalist din düşmanlarına hizmet ediyorsa, milli ve manevi değerlerine sahip çıkmıyorsa, bencil ve umursamaz yaşıyorsa ne olur?” Bu ifade size birşeyleri çağrıştırdıysa aklınızda ışıklar çakıyor, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmede umudunuz var demektir. Ancak milleti, ülkeyi, devleti ve dini düşünmeksizin kişisel menfaatler üzerine yorumlar yapıyorsanız sizde umut kalmamış demektir. Kararmış bir kalbe ve çalışmayan bir akla hiç kimse feyz veremez.
D. İrşad ve cihad kavramları
Bir kötü gidişat karşısında ahmak ve imansız insanların yaptığı şeylerden bazıları şunlardır:
1. Kötü durumu kabullenmek, kötülüğün yayılımını içselleştirmek ve teslimiyetçi hale bürünmek
2. Kötülük yapanları umursamamak, onlara uygun zemin hazırlamak veya bırakmak, onlara destek olmak
3. Müslüman Türk topraklarının kâfirlerce ve münafıklarca şu ya da bu şekilde ele geçirilmesine ses çıkartmamak
4. "Kâfir, münafık zaten ülkenin ekonomisini, siyasetini ele geçirdi" diyerek hiçbir mücadele yapmamak
5. "Sömürgecilere itaat edelim", "şu kâfir gücün mandasına girelim" gibi ifadeler kullanmak
Şeyh Şamil cihada gideceği zaman annesi ona "eğer gidersen sana hakkımı helal etmem" demiştir. Vatan, din, bayrak elden giderken kimin ne söylediğine bakılmaz. Allah'ın kati emri "aktif silahlı cihada katılmaktır". Korkmak, boşvermek, çoluğuna çocuğuna kıyamamak gibi şeyler asla mazeret ya da bahane sayılmaz. Cihaddan kaçmak asla affedilmez. Vatan ve millet tehlikede iken cihaddan kaçanın cezası ölümdür. Eğer bu ceza uygulanmaz, uygularken suiistimal edilip ceza uygulanmaz, bu kuralı bahane edip suçsuz insan katledilir ise cezayı uygulaması gereken kişiler ve cezaya muhatap kişi imansız ölür, yeri de ebedi cehennemdir. Şeyh Şamil'ê "gitme" diyen annesine "sana vermem gereken ceza 40 kırbaçtır, fakat yaşlı olduğun için bu cezayı kendime uygulatacağım" demiştir. Kendisine 40 kırbaç vurdurttuktan sonra cihada gitmiştir. Cengiz Han zamanında çocuklarını cihaddan uzak tutan bir kente gidilip askerlik çağındaki bütün gençler yakalanıp kent meydanında öldürülmüşlerdir. Oradaki gözü yaşlı ana-babalar "sen ne yaptın" diye sorduklarında "bunu çocuklarınıza ve kendinize siz yaptınız.. zira vatan ve millet tehlikede iken siz rahatınıza bakmayı ve çocuklarınızı savaştan uzak tutmaya çalıştınız" demiştir. İçteki ve dıştaki düşmanlar cirit atarlarken ve ülkeyi perişan ederlerken her türlü cihaddan kaçmak dinen haramdır, en büyük günahtır.
İrşad ve cihad konularını bazı kesim insanlara bırakıp kendi keyfine bakan insanlar hem kendilerine, hem dinlerine ve hem de ülkelerine en büyük kötülüğü yapıyorlardır. Türk ataları böyle şeyleri asla benimsemedi. Kendisi irşad ve cihad ile hiç uğraşmadığı halde uğraşacak insanları da engelleyenler cehennemden kurtuluş için en küçük şanslarını bile ortadan kaldırmaktadırlar. Ne Allah ve ne de Türk ataları irşaddan ve cihaddan kaçanlara güzel gözle bakmazlar. İrşad ve cihad; sıkıntılı zamanlarda güzel ahlakın ve ibadetlerin bile önüne geçen birer manevi güç olurlar ve Allah gözünde kıymet olarak görülürler.
İrşadı ve cihadı kendi kötülükleri için alet edenler ve insanları şeytani uğraşlar için kullananlar ise ancak ve ancak münafıklardır. Onların yeri ise cehennemde şeytan ile birliktedir. Her Müslüman böyle insanları iyi araştırmalı; dine, ülkeye ve millete gerçekten faydalı olup olmadıklarını incelemelidirler.
Bazıları "hadi İslam'ın kurallarını anladık ta Türk Töresi'ne ne diye uyacağız?" diyebilir.
1. Türkleri millet olarak bir arada tutan ve kurdukları devletlere istikamet, güç, ahlak, nitelik, teşkilatlanma bilinci sağlayan töredir.
2 Türk Töresi atasal bağ kurarak milletçe istikametin ve safın düzgün tutulmasını sağlar.
3. Türk Töresi 50,000 senelik bilgi ve tecrübe birikimi ile milletimize ve devletlerimize yol ve yöntem gösterir. Tarihsel tecrübelerimizle aynı hatalara düşmememizi sağlar.
4. Türk Töresi Hz.Nuh'tan (as) itibaren günümüze kadar milyonlarca kut almış bilgenin tavsiyelerini ve öngörülerini içerir.
İrşad, milletinin ve dindaşlarının akıllanmasını ve bilinçlenmesini sağlamaktır, insanların doğru yola iletilmesine yardım etmektir. Okuyarak, öğrenerek, araştırarak, sorgulayarak, üzerine düşünerek, Töreye danışarak, insanlığın evrensel adalet kurallarını gözeterek, Türkün milli ve manevi değerlerini özümseyerek milli akla sahip olmak ve onu İslamiyet'in temiz öğretileri ile kemalat mertebesinin zirvesine taşıyarak "kut almış bilge" haline gelmeyi ve sonrasında ise insanlara doğruları öğretmeyi sağlayan güç irşaddır. Öncelikle "ne doğru, ne yanlış" sorusuna yanıt bulunmalı, sonra da "doğru yoldan mı, yanlış yoldan mı yaşama devam edileceği" belirlenmelidir. Türklerin doğrularının kaynağı olan referans alanları "milli alanlar" ve "manevi alanlar" olarak ikiye ayrılmaktadır. Doğruya "doğru", yanlışa "yanlış" diyeceksek "neye göre, neyi baz alarak diyeceğiz" sorusuna da bir yanıt aramak gerekmektedir. İşte tam da bu noktada insan esfel-i safilin yani sefil ruhlu olma mertebesinden insan-ı kâmil yani olgunlaşmış karakterli olma mertebesine doğru ilk basamağı çıkmış olmaktadır.
İrşad ve cihad ile meşgul olmamak dinen haramdır ve Türk Töresince de akılsızlıktır. İrşad ve cihad ile sürekli meşgul olmak dinen farz ve Türk Töresi'nce de millete dâhil olmanın ana şartıdır. İrşad ve cihad ile meşgul olmayan ve olana engel olan kişi dinine ve Töresine düşmanlık ve ihanet ediyor demektir. Bir gemide yaşayıp geminin tabanında delik açarak onu batırmaya çalışanlar kadar ona engel olmayanlar veya engel olmaya çalışana engel olanlar da suçludur.
Cihad; insanın doğasına, aklına, vicdanına, ahlakına, inancına, değerlerine düşman olanlarla mücadele etmek ve onlara karşı tedbir almaktır. Cihad; nefs terbiyesi ile başlar, Türkün ve İslamiyet'in içindeki ve dışındaki düşmanlarına karşı mücadele etmeyle devam eder. Yaşam keyif çatma yeri değildir, mücadele etme yeridir. Değerlerimize ve bize emanet edilen kutsiyetlerimize (vatan, bayrak, ezan, millet, din, vs.) sahip çıkma adına gayret gösterme yeridir. Madem bu dünya bir sınav yeri ise, sınava konu olan hususlar olmalıdır. İnsanın bunları iyi öğrenmesi gerekir. Sonra da organize olarak kötülükle ve kötülerle mücadele etmesi şarttır. Aksi halde "yeme, içme, dışkılama ve üreme" gibi hayvanların da en basit şekilde, fazla bir akıl kullanmadan yapabildikleri şeyleri yaparak geçirilen bir ömür büyük bir kayıp olacaktır. İnsanı hayvanlardan ayıran tek şey "akıl"dır. Aklın gerektiği en önemli konu ise "doğruları ve yanlışları ayırt etmesi, insanı doğru yöne yönlendirimesi"dir. Aklını kullanmayan bir insan yaşamına anlam ve değer katamaz. O zaman da ne Allah katında ve ne de kullar katında hiçbir sağlam yeri olmaz.
İrşad ve cihad konularında "keyfiyete tabi" hiçbir şey yoktur. İrşad ve cihad faaliyetleri mecburidir. İnsanın başına gelen her türlü bela ve musibet ya Allah'ın sevdiği kullarını sınaması veya Allah'ın kullarını cezalandırması içindir. Eğer evliya veya Allah dostu değilseniz ikinci seçenek üzerinde yoğunlaşmanız daha doğru olacaktır. Sonra da "neden ben?" diye sorup durmanın hiçbir anlamı yoktur.
E. Kâinatta iyilik ve kötülük yarışı
Kâinat yaratıldığında "iyilik" ve "kötülük" te var edildi. Bunlar enerjisel düzeyde psikolojik yapılar olarak canlılığı olumlu ya da olumsuz yönde etkiledi. Öyle ki; Allah'ın sağ kolu olan şeytan nefsi ile kötülüğe itildi ve kötülüğün peygamberi olarak yerini aldı. İyiliğin dengeyi sağlaması için de Allah dünyaya 224,000 peygamberini gönderdi. Hz.Adem (as) ile Havva anamız cennetten kovulup dünyaya atıldılar. Biri bir yana, öteki başka bir yana.. Hz.Adem'in (as) Afrika'ya atıldığını, Havva anamızın ise Sri Lanka adasına atıldığını biliyoruz. Yıllarca dünyayı dolaşarak birbirlerini aradılar. Sonunda Ön Asya'da kavuştular. Aile kurup 3 çocuk yaptılar. Ancak Habil Kabil'i öldürdü. Kötülük daha ilk insanlardan itibaren kendisini gösterdi. İnsan soyu kardeşini öldüren Habil üzerinden değil, Şit üzerinden devam etti. Dünyayı bütün benliği ile arzulayan pekçok insan geldi geçti. İnsanoğlunun dünyayı ele geçirme ve dünyanın kontrolünü sağlama arzusu hiç dinmedi. Zalim firavunların devirlerinde 2 milyon asker toplayıp istilaya giriştiler. Romalılar bütün Akdeniz çevresini istila etti. Türkler doğudan batıya kadar dünyayı defalarca istila etti. Her zaman bir bahane vardı. Ya da bazıları hiçbir bahaneye bile ihtiyaç duymadı.
Bundan 5000 sene kadar önce Hz. Musa (as) peygamberlik vazifesini yerine getirmesinin ardından Yahudi hahamları Tevrat'ı ve Zebur'u tahrif ettiler. "Ari ırk", "vaad edilmiş topraklar", "Büyük Siyon Devleti" gibi kavramları Yahudi toplumunun zihnine işlerken dini kitaplara da akıllara zarar ahlaki ideolojilerini işlediler. Kendilerini Tanrı'dan üstün olarak gördüler ve Tanrı'yı memurları gibi irade ettiler. Masonik örgütlenmeler o devirlerde başladı. Gizli-kapaklı kurulan teşkilatlarla dünyanın kontrolünü ele geçirmek üzere planlar yaptılar. Mısır'da bulunan daha da kadim bir takım örgütler de işin içine girince çok farklı ve güçlü yapılar meydana çıktı. Zaman içerisinde Yahudileri destekleyen Evanjelik Hıristiyanlar, Vatikan'ı bile kontrolleri altına almış olan işgalci Tapınakçılar, kendilerine göre görevler bulan Gül ve Haç Örgütü gibi türlü yapılar Masonlar tarafından kurulup idare edildi. Ataları kadim firavunlar devrinde nüfuzlu ailelere dayanan bir takım zevat ABD'de ve İngiltere'de yeni bir yapı kurdular. Adına da İll...i dediler. Anlam itibariyle "aydınlanma yolu" demektir. Aslına bakarsanız da "tarikat" anlamına gelir. Bir takım ritüelleri olan bu örgüt küresel çapta güçlü bir hiyerarşik yapıya sahiptirler. Bugün ABD'deki İll...i lideri 10 trilyon dolar, İngiltere'deki destekçisi ise 6 trilyon dolar paraya hükmeder. Bunlar buzdağını görünen kısımlarıdır. Binlerce şirketleri, binlerce baron, binlerce siyasetçi bunlara hizmet ederler. Sürekli olarak toplumları gergin tutarlar, toplumların huzurlu olmalarına izin vermezler. Bir yandan bir yerde savaş çıkartırlar, öte yandan savaşanlara silah ve mühimmat satarlar. O da yetmez sağlık malzemeleri, gıda, ilaç satarlar. Dünyayı parmaklarının ucunda oynatırlar. Dünyanın herhangi bir yerinde kimin öleceğine ya da kimin üst makamlara oturtulacağına karar verirler. Dünya ülkelerindeki kuklaları eliyle ülkelerin iç ve dış işlerine müdahale ederler. Parlatmak istedikleri siyasetçiler için uluslararası siyaseti kullanıp tamamen tiyatral olaylar tertip ederler. O siyasetçileri bir anda kahraman gibi gösterirler. Aldatmacaları çoktur ve onların oyunlarını da çok az insan anlar.
İll...i içerisindeki alt çete gruplarına empoze edilen bazı yaklaşımlar şunlardır:
a. Dünyadaki insanların üçte ikisini yok et
b. Dünyanın sonunu bir an önce getir
c. Dünyanın kontrolünü tamamen sağla
ç. Kimin yaşayıp kimin öleceğine karar vermek
d. Dünya devletlerini küçük parçalara ayır ve yönet
e. Toplumları asimile ederek Amerikan kültürüne empoze et
İll...i şebekesinin en çok sevdiği faaliyetler şunlardır:
a. Emperyalizm: Sözlükteki anlamı "bir milletin başka bir milleti siyasî ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, yayılmacılık" şeklindedir. Emperyalistleri "iyi niyetli olanlar" ve "kötü niyetli olanlar" olarak ikiye ayırmalıyız. Zira emperyalizm ile birlikte sömürgeciliği, soykırımı, katliamı da beraberlerinde götüren kötü emperyalistler elbette ki "farklı coğrafyalarda kendi devlet idarecilerinin zulmüne muhatap kalanları kurtaran, toplumlara yaşam hakkı veren" emperyalistlerle aynı kefeye konulamaz. 21. yüzyılda emperyalistlere şöylece bakalım:
* Kötü emperyalistler:
- Ruslar: Rusya'dan 6 Türk yurtluğu ayrılmasına karşın şu anki Rusya topraklarının % 84'ü Türklere aittir. Ruslar teknik olarak buraları işgal altında tutmaktadırlar. 152 milyonluk Rusya içerisinde 107 milyondan fazla Türk kökenli insan yaşamaktadır. Kalan nüfusun ise 28 milyon kadarı Rus kökenlidir. Rusya bilinçli biçimde Yahudi Otonom Bölgesi de kurmuştur. Rusya'yı büyük ölçüde Yahudiler yönetmektedir. Rusya'nın yöneticileri İsrail'den bağımsız hiçbir şey yapamamaktadır.
- Çinliler: İç Moğolistan, Salur Yeri, Uyguristan, İç Uyguristan, Han Hun Hanedanlığı ve Tibet gibi Türk topraklarını Çinliler teknik olarak işgal altında tutmaktadır. 80 sene evvel 150 milyondan fazla nüfusu olan Uygur Türklerine önce Ruslar, ardından Çinliler sistemli biçimde soykırım uygulamışlardır. Uygur Türkleri ayrıca açıktan asimilasyona ve insanlık dışı muamelelere muhatap kalmaktadır. Uygur Türklerinin nüfusu 60 milyonun altına düşmüştür. Han Hun Hanedanlığı ve diğer 3 Türk Hanedanlığı ise maalesef Çinlileşmiştir. Çin'de 28 farklı dil ve lehçe konuşulmaktadır. Yine bir o kadar da birbirinden farklılaşmış toplum bulunmaktadır. Çin, bilinçli biçimde Yahudi Otonom Bölgesi de kurmuştur. Çin'i büyük ölçüde Yahudiler idare etmektedir. Çin Komünist Partisi ise onların uşaklığını yapmaktadır.
- Vahhabi Araplar: İsrail'e gönülden bağlıdırlar ve Yahudilerin yakın akrabalarıdırlar. Bunlara "İngiliz Yahudileri" de denir. İslamiyet ile hiçbir alakaları olmadığı gibi İslamiyet'e ve Müslümanlara da düşmandırlar. Arabistan Yarımadası'na Türkler Araplardan çok önceleri yerleşmiştir. Bu bölgeye Türklerin 50,000 senede 3 kere büyük göçleri vardır. Anadolu'dan Yemen'e kadar, Kuzey Afrika'dan Orta ve Doğu Afrika'ya kadar 130,000 milyondan fazla Türk kökenli insan yaşamaktadır. Vahhabi Araplar ise batının desteği ile Türk topraklarında işgalci durumundadır. Vahhabiler Türklerin yaşadığı her yerde fitne ve düzen bozucu olarak faaliyet göstermektedir. Osmanlı ve Selçuklu izlerini silmek için her yıl 5 milyar dolardan fazla para harcamaktadırlar. Vahhabilik tamamen İngiliz fitnesidir. Vahhabiler Sünni Müslüman ya da Ehl-i Sünnet Müslüman değildirler. Tamamen münafıktırlar. El Kaide ve ona bağlı terör örgütlerini de Vahhabiler kurup İslam coğrafyasına salmıştır.
- Şii Farisiler ve Araplar: Farisilerin geliş yeri Hindistan'ın bile doğusunda, asli Çin'in altındaki yerlerdir. Türklerin baskısı ile batıya doğru ilerlemişlerdir. Yani Ön Asya'nın toplumu değillerdir. İslamiyet geldikten sonra Araplar Farisileri pis işleri gördürtmek için kullanmıştır. Pers İmparatorluğu denen şey 13 sene sürebilmiştir. İmparatorluk hanedanlığı, soyluları ve üst rütbeli askerleri birbirlerini kese kese 13 senede devleti tüketmişlerdir. Şiilik, Sünnilik gibi siyasi bir rejimdir. Yani İslamiyet'in dini ahkâmı veya akaidi ile hiçbir alakası yoktur. Şiiliği Farisiler Araplardan ayrışmak için icat etmişlerdir. Şii Farisiler ve Araplar tamamen Türk topraklarını işgal ederek bugünkü yerlerinde kalabilmişlerdir.
- Amerikalılar: ABD, kurulduğundan beri İslam coğrafyasında varlığını ve vücudunu göstermeye başlamıştır. Evanjelik Hıristiyanlar, Mason Locaları, Dünya Kiliseler Birliği, Yahudi Lobileri eliyle İsrail'e her alanda destek olmaya ant içmiştirler. Bütün dünyada askeri üsler kurmuştur. Ayrıca NATO'yu ve Birleşmiş Milletleri kurarak dünya ülkelerine direkt askeri, sosyal, kültürel ve siyasi baskılar kurmaya çalışmıştır. Türlü türlü entrika ile Amerikalılar İslam coğrafyalarını işgal etmiş ya da kukla rejimlerle kendisine bağlamışlardır. Bütün zamanların en büyük ve en kötü emperyalistleri Amerikalılardır. Müslümanı Müslümana kırdırtmak için türlü fitneler ortaya atmaktadırlar. Amerikalılar herkesin gözünün içine bakar ve yapar, sonra da "ben yapmadım, biz demokrasi götürüyoruz" derler.
- İngilizler: Dünyanın gelmiş geçmiş en sinsi ve içten pazarlıklı milletidir. Hiçbir zaman direkt kendileri ortaya çıkmaz. Maşa olacak uşaklar bulup işlerini onlara gördürtürler. İngilizler çaktırmadan yaparlar ve hiçbir zaman suç kabul etmezler. Amerikan Gizli Hanedanlığı ile İngiliz Gizli Hanedanlığı arasında Küresel Vesayet Savaşları olmasına karşın, Müslümanları perişan etmek ya da çıkarlar söz konusu olduğunda hemen birleşirler. İngilizler dünya çapında pekçok Türk yurtluğunu işgal etmiştir. Son 1000 sene içerisinde en gaddar emperyalistler İngilizlerdir. Yatacak yerleri yoktur.
- Avrupa Birliği: Türkler Avrupa'ya son 50,000 sene içinde 3 tane büyük göç akını yapmıştır. Avrupa'daki toplumların hepsinin ataları Türk’tür. "Siz Türk kökenlisiniz" deyince onlar kendilerini şu anki halleriyle bir halt sanıyorlar. Onların ne olup olmadığı bizi değil, onları bağlar. Ancak Türklerin onbinlerce sene içinde gelip yerleştiği toprakları dönmeler işgal etmişlerdir. Macar Türklerine ait toprakların 2/3'ü de farklı küçük topluluklara verilerek yeni devletler icat edilmiştir. Avrupa Birliği devletleri Afrika'daki Türki toprakların da tamamını işgal etmiştir.
- Yunanistan: Yunanistan arazi de Türklere aittir. Masa başında çakma antik Yunan medeniyeti oluşturup dünyanın kafası bulandırılmıştır. Güney Makedonya ve Batı Trakya başta olmak üzere bugünkü Yunanistan topraklarında Elen halkının söz hakkı yoktur.
- Kıbrıslı Rumlar: II. Abdülhamid Han döneminde devlet paraya sıkışınca, o zamanlar fazla bir işlevselliği olmayan Kıbrıs Adası'nın vakıf arazilerinin dışında kalan kısmı İngilizlere kiralanmıştır. Savaşlar bittikten sonra İngilizler adaya resmen çökmüştür. 1860'lardan sonra İngilizler marifeti ile adaya Rumlar getirilmeye başlanmıştır. 1860-1974 arasındaki süreçte Rumlar 6 kere Türklerin üzerine savaş açmışlar ve pekçok masum Türkü katletmişlerdir. Adanın tamamının sahibi Türklerdir. Rumlar ve İngilizler adada işgalcidirler. ABD de adada askeri üs kurmak istemektedir. Bununla birlikte Yunanistan-İsrail-Adalı Rumlar arasında ittifak kurularak ada ve etrafındaki doğalgaz rezervleri çıkartılmaya çalışılmaktadır. Kıbrıslı Türk sayısı dünyada 4 milyonu aşkındır, fakat adada 300,000 kadar Türk yaşamaktadır. Adadaki işgalci Rum sayısı ise 350,000 civarındadır. O da Rumların verdiği rakamlara göre.. Rum Kesimi'nde de onbinlerce Türk yaşamaktadır. Maalesef Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin başı ve ailesi, kendi emirleri altında bulunan 50 kadar sivil toplum kuruluşu ile adada 1974 Barış Harekâtı öncesinde kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tekrar işlev kazanması için çalışmaktadırlar. Böyle birşey olursa bir Türk devleti ortadan kaldırılacak, adanın hâkimiyeti Rumlara ve Avrupa Birliği'ne geçecek, Avrupa Birliği iskân programı ile adadan Türkler çıkartılacak, bir de üstüne bir sürü tazminat ödenecektir. Ayrıca 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı da uluslararası alanda "Türk işgal faaliyeti" olarak tescillenecektir.
- Hay Toplumu (Pseudo-Ermeniler): Ruslar 19. yüzyılda Avrupa'dan, Hindistan'dan ve Rusya içinden toplandıkları serseri takımından insanları geçici alanlarda birleştirdi. Bunlara "sizin kökleriniz Ermeni" şeklinde asimilasyon çalışmaları yapıldı. Ancak ne fizikleri, ne konuşmaları, ne kültür anlayışları, ne akılsızlıkları Ermen Türkleri ile hiç alakalı değildi. Ermen Türkleri Büyük İskender zamanında var olan, Kafkasya'dan Güney Azerbaycan'a ve Orta Anadolu'ya kadar uzanan bir Türk Beyliği'ne sahiplerdi. Zaman içerisinde Selçuklu'nun Anadolu'ya girmesi ile birlikte onların son kalıntıları da farklı coğrafi alanlara dağıldı. Pekçoğu ABD'ye, Avrupa'ya ve Rusya içlerine göçtü. Onlar Ermeni alfabesi ve tamamıyla Türkçe kullanıyorlardı. Ancak Rusların topladığı çapulcular kendilerine "Hay Toplumu" dedi. Rus, Amerikalı, Avrupalı ve hatta Türk tarihçiler onlara "Ermeni" dedi ve Ermen Türklerinin kültürel ve tarihi mirasını da onlara vakfetti. Hay Toplumu Ermeni alfabesini kullanıyordu, fakat kullandıkları dil Türkçe değildi. Rusların kendilerine öğrettiği şekilde konuşmaya devam ettiler. 1991 senesinde SSCB dağıldığı zaman Ruslar gördü ki; Bosna, Kosova, Makedonya, Batı Trakya, Nahçıvan, Azerbaycan, Türkmenistan hattı ile Sibirya'ya kadar uzanan Türk coğrafyasına kapı açılacak, hem Azerbaycan Türklerini sıkıntı ile boğmak ve hem de Türk koridorunu kapatmak için Azerbaycan ile antlaşma imzaladı. Zira o zamanlar Azerbaycan Türklerinin elinde hiçbir silahları yoktu. Mecburen kabul ettiler ve Azerbaycan topraklarının bir bölümünü Rusların hâkimiyeti altında Hay Toplumu'na verdiler. Ancak Ruslar bu sefer de Karabağ'ı Hay Toplumu'na işgal ettirip koridoru iyice kapatmak istedi. Hatta bunun için Kafkaslarda büyük zulümler yaptı ve Gürcistan'ı ilhak etmeye kalktı. Ermenistan adı verilen ülkenin asıl adı "Hayistan" şeklindedir. Bu toplum Anadolu'nun doğusunu ve Azerbaycan topraklarını işgal edip eski Ermen Beyliği'nin alanlarına kavuşmak istiyor.
* İyi emperyalistler:
- Türkler: Son 100 yıl içinde olanlar haricinde Türkler genelde dünyada iyi emperyalistler olarak yer almışlardır. Girdikleri topraklardaki masum insanları öldürmemişlerdir. Egemenlikleri altına aldıkları topraklarda yaşayanlara % 10'dan fazla vergi uygulamamışlardır. Türkler Töre ile yani yazılmamış kurallarla hareket ettikleri, disipline ve Han'ın buyruklarına önem verdikleri için farklı toplumlarla münasebetlerinde seviyeli olmuşlardır. Bazı Türk Hanlarının zulümler yaptıklarından bahsetseler de her olayı kendi devrine, kendi devrindeki olaylara ve insanlara göre değerlendirmek gerekir. O zaman görülür ki, Hanların yaptıkları her şeyin bir geçerli sebebi vardır. Ayrıca Türk Hanlarının cezalandırmaları ve savaş esnasındaki kıyımları ile ilgili çok abartılı ifadeler vardır. Bu tür söylentiler de gayri Türk ve Türk düşmanı devletlerin yazdıkları tarihi bilgilerden çıkmaktadır. Emperyalist sömürgeciler ve İ..i çetesi son 5000 seneyi dünyada Yahudi merkezli ve sömürgeciliğe dayalı sistem kurmuşlardır. Kölelik sınıfının ortadan kalkması gerektiğinde "işçi sınıfını" icat etmişlerdir. Aynı şekilde; "demokratik sistem" adı altında bir rejim uydurarak dünyayı kontrol altında tutmak için kullanmışlardır. Demokrasiden en büyük zararı ise Türkler görmüştür. Zira dünyadaki iki hanedanlık olan "iyiliğin hanedanlığı" ve "kötülüğün hanedanlığı" arasındaki savaş kötülerden yana güç kazanmıştır. Zira Türk Hanedanlığı saf dışı bırakılmıştır.
* Emperyalizme dönmek isteyenler:
- Japonlar: Son 100 yıl içerisinde Amerikan hâkimiyeti altına giren Japonlar, savaşlar sonrası yaptıkları antlaşmalarla "emperyalizmden vazgeçtiklerini" de kabul etmişlerdir. Japonların Kore Yarımadası'nı ve Çin'i işgal ile başlayan emperyalizm serüvenleri vardır. Yine aynı şeyi yapmayı çok istemektedirler. Çin ne kadar güçlü görünürse görünsün, Çin'e karşı başlatılacak herhangi bir mücadelede ülkeyi çevreleyen bütün ülkelerin de Çin'e saldırması işten bile değildir. Zira Çin'in hemen hemen bütün komşularıyla kavgası vardır. Japonlar ise eski askeri güçlerini topladıklarına inanıyorlar. İlk hedeflerinde ise etrafına irin saçan Çin vardır. Çin'in yeraltı kaynakları, tarım imkânları, ekonomik gücü Japonların çok ilgisini çekmektedir. Türkler il Japonlar el ele verebilirse Çin'in canına okuyabilir ve Çin'in dünya ekonomisine, Çin içinde kalan Türklere verdiği zararlar da ortadan kaldırılabilir.
Emperyalizmin aşama aşama ilerlemesi:
- Kültürel emperyalizm / Kültürel asimilasyon: Amerikan kültürünü yaymak için türlü çalışmalar yaparlar. Mason locaları (Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar, Rotary Kulüp, Lions Kulüp, Güneş Evi) yardımıyla toplumun farklı katmanlarına yayılırlar. Medyayı etkin kullanarak ulus devlet, milli değerler, manevi değerler yozlaştırılmaya çalışılır. Genelde 30-40 senede toplumu dejenere ederler. Bir sonraki aşamada ise toplumu Hıristiyanlaştırmak ya da en azından inançtan yoksunlaştırmak vardır.
- Ticari emperyalizm / Ticari Asimilasyon: AmRest denilen Amerikan yiyecekleri ve içecekleri ile yayılacakları ülkelere girerler. Ayrıca kendi sivil toplum örgütlerini ve AmAID gibi sözde yardım kuruluşunu sokarak bir takım etkinlikler düzenleyerek veya toplumsal faaliyetlere maddi destekler sağlayarak gönülleri kazanmaya çalışırlar. Hemen ardından Amerikan şirketlerini bu sözde yardım kuruluşları ve STK'lar yardımı ile ele geçirecekleri ülkeye sokarlar. Öte yandan ise IMF ve Dünya Bankası yardımıyla ülkeyi borçlandırırlar.
- Sosyal emperyalizm / Sosyal ve zihinsel asimilasyon: Toplumları sindirme, teslimiyetçiliğe alıştırma, yenilgiye kabullendirme adına medya yayınları, filmler ya da bir takım şiddet olayları ile algıları bozma faaliyetleridir. Sosyal ve zihinsel olarak propaganda ve algı yönlendirme çalışmaları ile psikolojik harp yapılır. Böylece toplumlar daha kolay biçimde köleleştirilirler.
- Siyasi emperyalizm / Siyasi asimilasyon: Ülke bazında baronluklar kurma, NATO ve BM üsleri kurma, Gladyo tipi örgütler kurma, yerel dini ya da sosyal örgütlenmeleri yemleyip siyasi alanda kullanma, CIA ve Pentagon üslerini çeşitli ülkeler yerleştirme, yerel kuklaları yoğun para akışıyla besleme gibi yöntemler izleniyor ve ülkelerin siyasi yapıları tamamen denetim altında tutuluyor. Ülkelerin kukla siyasi yapılarının kendi zengin tabakasını oluşturmasına ve koyun takipçi kitlesi oluşturmasına da destek sağlıyorlar. Bu sayede kukla siyasetçilerin ülke içinde her alanda korunmasını sağlıyorlar.
b. Sömürgecilik
Geçmişte silah zoru ile işgal ile birlikte sömürgecilik yapılırdı. Artık günümüzde bu yöntem bırakıldı. Yerel kukla siyasetçiler kullanılarak ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynakları emperyalist firmalar tarafından sömürülüyor. Önlerine yerel bir firmayı koyuyorlar ki yerel halk fazla tepki göstermesin.. Yerel firma işin sahibi olarak gösteriliyor, fakat işin çok büyük ortağı emperyalist firmalar oluyor ve onlar arka planda gizleniyor. ABD Lozan Antlaşmasını kabul etmeyen tek ülkedir. Yani Türkiye Cumhuriyeti'ni resmen kabul etmiş değildir. ABD'ye "dost, müttefik, NATO yoldaşı" diyenler aynı zamanda "emperyalist kötüler" demektedir.
- Yeraltı kaynaklarını sömürme: Nikel, bakır, altın, elmas, gümüş, demir, bor, toryum, petrol, doğalgaz, uranyum, plütonyum gibi kıymetli yeraltı kaynakları günümüz sanayisinde ve çeşitli üretim alanlarında çok büyük değer taşımaktadırlar. Bu tür yeraltı kaynaklarının yoğun olarak bulunduğu yerler ise insanlığın ve canlılığın çok eski çağlardan bu yana yoğun olarak yaşadıkları ve de zaman içinde karbon bazlı materyallere dönüştükleri Asya ve Avrupa topraklarıdır. Emperyalistler bu topraklarda yaşayan insanları kullanarak veya kendisine maşa yaparak veya da direkt coğrafi alanları işgal ederek zorunlu göç hareketleri, yeraltı kaynaklarının olduğu yerlerde çok tehlikeli arıtma tesislerinin zoraki açılması, bölgesel savaşlar ile insanların tek kurtuluş olarak yeraltı kaynaklarını emperyalistlere teslim etmesini sağlayarak sömürülerini sağlıyorlar. Yok pahasına veya bedava elde ettikleri kaynakları modern dünyanın nefsani ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıyorlar.
- Yerüstü kaynaklarını sömürme: "Kaynak" kelimesi günümüzde pekçok konuyu içine almaktadır. Bunlar; ekonomik güç, yetişmiş insan gücü, amele insan gücü, bilgi teknolojileri gibi şeylerdir. Fransa, İtalya, Belçika, İngiltere, Almanya gibi Avrupalı ülkelerin Afrika'daki çeşitli toprakları işgal ettiklerini ve zamanla oralardan ayrıldıklarını iddia etseler de siyasi, ticari ve askeri güçlerini hala sürdürdüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. En büyük işgalci ise Fransa'dır. 24 Afrika ülkesini işgal etmiştir ve buraları kana bulamıştır. Son yüzyıl içinde bu ülkelerden resmi olarak çekildiğini söylese de gayri resmi ya da farklı resmi şekillerde varlığını oralarda korumaktadır. 24 ülkenin başına kukla rejimleri getirmiştir. Lejyonerler o ülkelerde hala bulunmaktadır. Üstüne üstlük Hıristiyan misyonerleri de Afrikalı insanları Hıristiyanlığa zorlamaktadır. Bu 24 ülkeye ait devlet tahvilleri de % 80'i Fransa'nın elindedir. Yani o ülkelerin milli gelirlerinin % 80'i otomatik olarak Fransa'ya aktarılmaktadır. Ülkelerdeki yeraltı kaynaklarını da Fransız şirketler işletmektedir. Yine bu 24 ülkenin en akıllı insanları ve elit tabakadan olanları Fransa'da yaşamaktadır. Bu da Fransa'nın gücüne güç katmaktadır. ABD'nin işgal ettiği Afganistan'da, Irak'ta ve Suriye'de neler olduğunu kısaca anlatalım. Afganistan işgalinden sonra ülke uyuşturucu merkezi haline getirilmiştir. CIA her sene buradan 50 milyar dolardan fazla uyuşturucu sağlamaktadır. Afganistan'da ABD işgali ve teröristleri desteği yüzünden milyonlarca insan yer değiştirmiştir. Ülkede kaos ve savaş durumu geçerlidir. Büyük kentleri bile enkaz halindedir. 30,000'den fazla kadın ABD'deki genelevlere götürülmüştür. Afganistan'a ait tarihi eserler yağmalanmıştır. ABD'nin Irak'ı ve Suriye'yi işgalleri sonrası tarihi eserleri yağmalanmış, onmilyonlarca insan evini terk etmiş, toplamda 5 milyondan fazla insan öldürülmüş, yüzbinlerce kadın ise ABD'deki kadın satıcılarına satılmıştır.
c. Siyasi vesayet: ABD Başkanlık koltuğuna; Evanjelik Hıristiyanların ve Yahudilerin oluşturduğu "Skull and Bones Örgütü" tarafından atanan ve Yahudiliğe aşırı sempati besleyen (hatta Yahudi kepi giyip sıksık Sinagoga giden, muhakkak Filistin'e gidip ağlama duvarı önünde gözyaşı döken) ve İsrail'in hedefleri için çalışacağına törenle yemin eden kişi oturabilir. Aksi şekilde seçilmiş birisi olur ve İsrail'in çıkarlarına hizmet etmeyeceğini ifade ederse bir suikastle ortadan kaldırılıverir. Tıpkı John F. Kennedy gibi. Bütün bunlar "Başkanların Kitabı" içinde açıkça ifade edilmektedir. Başkan olan kişi önce Skull and Bones tarafından sorguya alınır ve iyice korkutulur. İti demagog Yahudi bürokratlar da Başkan'ın beynini iyice yıkarlar. Amerikan ulusal çıkarlarının tamamen İsrail'in elinde olduğuna inandırırlar. Dünya Bankası ve IMF gibi iki güç merkezi İsrail'e aittir. Ayrıca ABD paralarını basan Federal Reserve Bank İll...i çetesi liderine aittir. ABD Başkanı olması istenen kişi seçimlerden başkan seçilmesi sonrasına kadar finansal olarak Amerikan Yahudi Lobisi işlerini göre ADL Derneği'nce finanse edilir. Düne kadar ABD, Kanada ve Avustralya İngiliz Milletler Topluluğu üyesi ülkelerdi. Yani Kraliçe'nin himayesi altındalardı. Kraliçe de o ülkelerde "devlet başkanı" olarak karşılanıyordu. Amerikan Gizli Hanedanlığı lideri Rotchilds ailesi ile İngiliz Gizli Hanedanlığı lideri Rockefeller ailesi dünyada kontrolü ABD ya da İngiltere lehine sağlamak için Vesayetler Savaşı başlatmışlardı. Bundan dolayı da ABD'de bulunan ve daha güçlü olan Rotchilds ailesi ABD'nin ve Kanada'nın İngiltere gölgesinden ayrılmasını istedi. Böylece ABD ve Kanada İngiltere'nin yönetiminden ayrıldılar. Ancak Kanada ABD'nin gölgesine girdi. ABD'yi 80 sonrası yönetenlerin hepsi pekçok skandala yol açtı. Hepsinin IQ seviyesi çok çok düşüktü. Hepsi Evanjelikti. Ronald Reagan geldi, az daha 3. Dünya Savaşı'nı başlatıyordu. George W. Bush için "Müslüman dostu" dediler, adam İkiz Kuleleri El Kaide'ye vurdurttu, Müslümanları şeytan ilan etti. Ardından Bill Clinton geldi, o da Müslüman dünyasına eziyet etti. Barack Obama geldi, ona "gizli Müslüman" dediler. ABD tarafından İslam dünyasına en büyük zarar onun döneminde verildi. En sonunda da çıplak kadınlarla eğlence âlemlerini seven ve devlet yönetiminden hiç anlamayan Donald Trump geldi. O da bütün dünya ülkeleriyle çatıştı. Muhtemeldir ki 3. Dünya Savaşı'nı Trump çıkartacaktır. Evanjelik Müslümanlar "Müslüman dünyası en iyi Trump ile anlaşacaktır" bile dediler.. Trump'ı karısı bile sevmiyor. Parası olmasa yüzüne bile bakmaz.
ç. Uluslararası ve yerel terörizm: ABD üniversitelerinde ve strateji kuruluşlarında defalarca terörizmin ve teröristin tanımı yapılmaya çalışıldı. Ancak her defasında görüldü ki; yapılan tanımlarda ABD'nin yaptıkları terörizme uyuyor. O zaman resmi bir tanımlama yapılmasından vazgeçildi. Tamamen keyfi kararlara göre düşman ilan etme ve terörist ilan etme politikalarına geri dönüldü. ABD son dönemde 3 ülkeyi "şeytan üçgeni" olarak sınıfladı. Bunlardan birisi de Türkiye'dir. Türkiye'yi yönetenler "ABD bizim dostumuz müttefikimiz, NATO ortağımız" gibi ezberden söyledikleri şeyleri tekrarlayıp duruyorlar. ABD ise düşmanlıklarına devam ediyor. Türkiye'yi yönetenler hem "PKK emperyalist uşaklığı yapıyor, her tarafı kana buluyor" diyorlar hem "ABD en ileri seviyede emperyalizm güden ülke" diyorlar ve hem de "ABD bizim dostumuz, müttefikimiz" diyorlar. Böyle dostluk mu olur? ABD son 20 senedir Türkiye'nin kuyusunu kazıyor. Adamlar 400 milyar dolar harcadılar sadece Türkiye'yi yıkabilmek için. NATO eliyle Türk Ordusu'nu 850,000 askerden 300,000 askere düşürdüler. Her tarafı düşman kaynayan 85 milyonluk ülkeyi 300,000 asker koruyabilir mi? Geçen senelerde Türkiye Rusya ile dalaşınca NATO hemen "başınızın çaresine bakın, bizi ilgilendirmez" dedi. Hatta hava savunma sistemlerini bile geri çektiler. ABD'nin geçen seneden beri Almanya, Polonya, Romanya, Bulgaristan hattı üzerinden Türkiye sınırına yığdığı 100,000 askeri; Gürcistan üzerinden Türkiye sınırına yığdığı 100,000 askeri; Suriye üzerinden Türkiye sınırına yığdığı 20,000 kendi askeri ve kullandığı 100,000 terörist unsur; Irak üzerinden Yahudi Kürt perşmergeler eliyle Türkiye sınırına yığdığı 70,000 kişilik kuvveti bulunuyor. Bunlar da yetmezmiş gibi; Irak'taki Şii Araplarla anlaşıp Türkiye'ye karşı mücadeleye çağırmaya çalışıyorlar. Suudi Arabistan da Kuzey Afrika'dan topladığı selefi sefil Arapları ülkesinde eğitip donatıp asker diye Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyine geçirmeye çalışıyor. Onlar da 100-150,000 kişilik bir ordu oluşturacaklar. Yani ABD, Türkiye'nin etrafına 500-600,000 kişilik silahlı güç yığmış durumdadır. Ülke içinde FETÖcüler hala aktif durumdadır. Bir de bunlara terörist Kürtler eklenince.. Böyle bir dönemde Yunanlıların "Bizans bayrağı" açmaları çok ilginçtir. Buna mukabili Türkiye'yi yönetenlerin Bizans Sarayı'nı restore ettirmeleri ve Bizans'a ait eserlerin yıkılmış olanlarını bile yeniden yaptırtması düşündürücüdür. Neden İslam dünyasına ve Türklere bela saçmış bir toplumun yıkılmış yapısına ait unsurlar tekrardan ayağa kaldırılır? Bunun mazereti "turizm için" olamaz. Zira Anadolu binlerce tarihi alan var, üzerinde çalışmalar yapılabilecek..
d. Soykırım ve katliam: "Soykırım" tanımı "bir milletin ya da bir topluluğun, kasti ve planlı olarak ortadan kaldırılması için faaliyetler göstermektir". Bosna'da NATO ve özellikle Hollanda askerlerinin Sırplarla birlikte yaptıkları, SSCB'nin Kırım Tatarları üzerine yaptıkları, Suriye'de Esad rejiminin Rusya ile birlikte Türkmenlere yaptıkları, Suriye'de ABD'nin Koalisyon Güçleri ve terör örgütleri (PKK/PYD, Suriye Demokratik Güçleri, YPG/YPJ, El Nusra, DHKP-C) ile yaptıkları, Çin'in Uyguristan'da yaptıkları, Irak'ta Kürtlerin Türkmenlere yaptıkları, Irak'ta ABD'nin Türkmenlere yaptıkları, El Kaidenin ve ABD'nin Afganistan'da Türklere yaptıkları, SSCB'nin Orta Asya'daki ve Azerbaycan'daki Türklere yaptıkları, Ermenistan'daki Hay Toplumunun Karabağlı Türklere yaptıkları şeyler birer soykırımdır ve katliamdır. Soykırımların hemen hepsinin ortak noktası Hıristiyan ve Türk-İslam düşmanı toplumlar tarafından Müslümanlar ve özellikle de Müslüman Türkler üzerine gerçekleştirilmeleridir. Son 100 yıl içerisinde dünyada 300 milyondan fazla insan soykırımlara kurban gitmiştir.
Emperyalist sömürgeci ve işgalci İngilizlerin birkaç sözü ile bitirmek isteriz: İlki "son yüzyılda Türklerin elinden 2 şeyi aldık; İslam Dünyası'nı kontrol etmelerini sağlayan Halifeliği ve medeniyet ilerlemelerini sağlayan Türk Hanedanlığına olan bağlılıklarını" ve ondan sonraki de "Türkleri kandırmak gerçekten çok kolay, çünkü çok saflar (salaklar, ahmaklar)" şeklindedir.
F. İnsanların dengesiz psikolojileri
Yenilgi zihinlerde başlar. Siz yenilgiyi kabul ederseniz toplumun diğer kesimlerde de umut kalmaz. Herkes yenilgiyi kabullenmeye başlar. Sanmayın ki "bir bana mı bakıyor, ben mi kurtaracağım bu ülkeyi ve bu milleti" diye, ve sanmayın ki "birileri mutlaka ilgileniyordur, benim gibi cahil ve umursamaza kalmaz bu işler" diye.. Zira zincirin en kuvvetli yeri "en zayıf halkasıdır". En zayıf halka çözülürse zincir tamamen dağılır ve işlevini yapamaz. Siz kendinizi bırakırsanız toplumun en alt tabakalarından tutun da mücadele eden en kuvvetli tabakalarına kadar her kesim çözülmeye başlar. Manevi âlemde de şeytan ilk önceleri birkaç nefsine yenik düşeni bencil yaşamaya iter. Sonrasında kötü yaşam şeklini örnek almaya başlayan pekçok insan bencil yaşamaya başlar. Giderek feyz atmosferi ve manevi nurlar o ülkeden uzaklaşmaya başlar. Sonunda manen en güçlü tabakalar olan veli zatlar bile çözülmeye başlar veya o beldeden çekip giderler. Manevi şahsiyetler de o ülkede tükenince manen korumasız hale gelir. Allah'ın belalarından ve musibetlerinden koruyan kalkanlar kaybolur. Bir bakmışsınız ki; kişisel, toplumsal ya da devlet bazında türlü türlü belalar ve musibetler sizi çevrelemiştir. "Ne olur canım şeytana uyarsak" derseniz şeytan sizin her bakımdan ayağınızı kaydırmanın yolunu bulur. "Günah işleme hakkımı kullanıyorum, tövbe ederim Allah kabul eder" derseniz Allah o tövbeyi kabul etmez. Zira günah işleme hakkı diye birşey yoktur. Bu dünyada günah işleyebilirsiniz. O günah işleme özgürlüğü sizin başınıza musibetlerin gelip çatmasına kadardır. Eğer işlediğiniz günah başkalarının da günah işlemesi için bir özgürlük örneği olarak sunuluyorsa ve kişisel zararını aşıp toplumun zarar görmesine sebep veriyorsa artık o özgürlük kavramını çoktan aşmıştır. Toplumun ahlakını ve imanını çökerten bir akım halini almıştır. Böyle bir akımı icat eden ve uygulayan da cehennem ile ödüllendirileceklerdir. "Ölmeme vakit daha var, tövbe ederim" şeklinde bir rahatlık içerisinde de olursanız o tövbeyi Allah kabul etmez. Zira insanlara "gençliğinizde her türlü rezilliği yapın, ihtiyarlayınca da tövbe edersiniz" gibi bir rahatlık verilmemiştir. Yapılan her günah, kendi zamanı içinde değerlendirilir. Sonradan edilen tövbelerin bir hükmü yoktur. Baştan onun günah olduğunu düşünüp yapmayacaksın. İnsanlara her türlü eziyeti edip te "kişisel algılama, bunu içinde bulunduğumuz koşullardan dolayı yaptım" diyen ahmaklar da hesap gününde cehennem ile yüzyüze kaldıklarında kişisel olarak algılamamalıdırlar. Zira yaptıkları cehenneme layık işlerdir. Tamamen de kişiseldir. Amerikan bozuk ahlakının ürünü sözlerle kimse kimseyi kandıramaz. Ancak ahmaklar kendilerini kandırırlar. Yani bahaneler ve mazeretler ile insan kendi kendisini kandırabilir, Allah'ı kandıramaz. Ömrün ne zaman tükeneceğini bilemezsiniz. Kara toprak nice gencecik insanları bağrına aldı.. "Yaşlanınca tövbe ederim" diyen niceleri göçüp gitti. Gençken "yaşlanınca tövbe ederim" diyen nice günahkarlar, seneler içinde kararan kalpleri ile dinden ve ahlaktan tamamen uzaklaştılar da tövbeyi akıllarına bile getiremez hale geldiler.. Milli ve manevi her türlü dava birbiri ile lişki içindedir. Siz teslimiyetçi kafa ile "zaten kâfirler her şeyin sahibi olmuşlar, bütün kontroller onlarda" der, mücadele etmekten vazgeçerseniz kati olarak bilin ki ahiretinizi de berbat hale getirmiş olursunuz. Teslimiyetçi ve boşverci insanlara cennet haramdır. Türk Töresi'ne yani Türk atalarına göre teslimiyetçi insanlara bu milletin içinde hiç yer yoktur. Teslimiyetçi ve boşverci insanın ne kimliği, ne kişiliği, ne karakteri, ne atası, ne kültürü, ne de dünyada sağlam bir duruşu vardır. Onlar ortada "ben-ben" diye dolanan delilerdir.
Commentaires