top of page

Giderek kötüye giden insanlık

  • Yazarın fotoğrafı: Kızıl Kurt Teşkilatı
    Kızıl Kurt Teşkilatı
  • 20 Tem 2018
  • 9 dakikada okunur





Ebu Bürde (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü şu dört şeyin hesabını vermedikçe kul yerinden kıpırdayamaz: Ömrünü neyle geçirdiği, ilmiyle ne amel ettiği, malını nerede kazanıp nerede harcadığı ve bedenini nasıl yıprattığı.” (Tirmizi rivayet ederek “Hasen, sahih” demiştir.)


İrşat ve cihad, imanın şartlarından ikisidir. İrşat; önce insanın kendisinin ilim sahibi olması ve sürekli okuyarak kendini geliştirmesi, sonra da dünyadaki insanların cehaletini ve ahmaklığını gidermek üzere mücadele vermesidir. Bu arada insanın nefsini terbiye ederek ahlakını ve edebini güzelleştirmesi de insanın en temek irşat görevidir. Cihat ise insanın nefsiyle sürekli mücadele halinde olması, güzel ahlak üzere yaşaması, ilim sahibi olanlara güzel muamele etmesi, hak milli ve manevi davalar peşinde koşturması, soydaşları ve dindaşları kardeşlerine davalarında ve sıkıntılarında aktif destek olmasıdır. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yolumuza eriştiririz.” (Ankebut,69)


Ciddi ve faydalı eserler okumuyorsanız, okuduklarınız üstüne düşünmüyorsanız, dünyayı tanımaya uğraşmıyorsanız, bir de üstüne dar bir çevrede yaşayıp gidiyorsanız yaşam hakkında anlamsız felsefeler ve söylemler geliştirmeye çalışmanız, ahkam kesmeniz, fikir empoze etmeye çalışmanız çok anlamsız olur. Yapabildiğiniz tek şey aklınızın yetmediği yerde karşınızdakine saldırmanız olur. Bu da yetersizliğinizi, kültürsüzlüğünüzü ve hatta ahmaklığınızı gösteren bir gösterge haline gelir.


1. Okumalı, okuduğunuzun üstüne düşünmeli, farklı fikirleri mukayese etmeli, mukayeselerinizden kazanımlar elde etmeli, öğrendiklerinizle ve analizlerinizle yaşamınıza ve düşünce sisteminize şekil vermelisiniz


2. Dünyayı, toplumları ve insanları öğrenmeye ve anlamaya çalışmalısınız


3. Konuşurken ya da yazarken kullandığınız üslubu geliştirmeli, tartışmalarda saygılı ve ölçülü olmayı öğrenmeli, fikrinizin ve bilginizin yetmediği yerde karşınızdakilere saldırmamalısınız


Bazı insanlar günümüz nimetlerinden sonuna kadar yararlanıyor, ama eskiye özlem duyduğunu söyleyip duruyor ve üç tane keçi güdüp ağaç gölgesinde yayılmayı marifet sanıyor. Bazı insanlar cehaletin mutluluk olduğunu iddia ediyor ve okumuş nicelerinin edepsizliğinden dem vuruyor. Bazı insanlar soydaşları acı içinde kıvranırken boşvercilik, bencillik, keyfince yaşıyor ve yaşamı da sadece gülüp eğlenmek sanıyor. Bu tür insanlara iki satır laf ettiğinizde önce sizi sindirmeye, sonra aşağılamaya, en sonunda da dışlamaya çalışıyorlar. İşin ilginç yönü; bu cahil tabakadan insanların açtıkları sayfalara ve gruplara da başkaları akın akın geliyor. Cehaletin demek ki öyle de bir çekiciliği var. Özellikle kadınlara şirin görünmek ve bir menfaat ummak üzere başkalarına ağır sözlerle saldıranları da unutmamak gerekir.


Eski eskide kaldı. İnsanlar eski yaşam koşullarında da mutlu değildi ki gelişime meğlettiler. Bugünkü yaşam tarzı kendiliğinden meydana çıkmadı. Eskiden tuvaletler evin dışındaydı. Buz gibi havada insanlar titreyerek tuvalete giderdi. Diş fırçalamak isteseler çeneleri birbirine yapışırdı. Evlerin her yerinde fare delikleri olurdu. Bir sürü börtü böcek evlerin içine dolardı. Bir de yaşlılar alabildiğine aksi idi. En ufak bir şeyde hemen azarı yerdiniz. Kışın soğuk, yazın da sıcak evlerin içini mahvederdi. Kışın yorgan üstüne yorgan atardınız. Kocakarılar sokaklarda her yeri tutardı. 3-5 kadın bir araya gelip gıybet yaparlardı. Yoldan geçip giderken "bu falancanın oğlu değil mi" der dururlardı. Çoğu zaman da sana laf atarlardı. Aynı kadının yanından 3 defa geçsen 3 seferde de "bu falancanın oğlu değil mi" diye konuşurlardı. Kimse kimseyi umursamazdı. Köylerde bile niceleri yapayalnız öldü gitti. Öyle çok ta ahlaklı insanlar yoktu. Köylerde, kasabalarda, kentlerde gizli kapaklı binbir türlü rezillikler yapılırdı. Velhasılı çok ta geçmişin özlenecek bir durumu yoktur. Türkiye'de pekçok salak insan da vardı. Seni sevdiğini söyleyip gidip başkasıyla birlikte olanlar mı ararsınız, büyücülük peşinde koşturanları mı ararsınız, birbirinin kuyusunu kazanı mı ararsınız? Onca gayri ahlaki şeye karşın ülkedeki vefat etmiş evliyaların ve yaşayan Allah sevgililerinin yüzü suyu hürmetine Allah ağır cezalar vermedi. Depremler, sel felaketleri, fırtınalar ve diğer afetler belirli seviyelerde kaldı. Ama insanlar "neden" diye hiçbir zaman da düşünmedi. Kendi kıldıkları riya dolu iki rekat namazı marifet bellediler.


Allah cehaleti sevmiyor, Türk ataları da sevmiyor. Kur'an "oku" diye başlıyor. Okumak, öğrenmek, öğretmek, düşünmek, öğrendikleri ile amel etmek Hoca Ahmed Yesevi'ye göre "imanın şartlarından birisi" olarak gösterilir. Cahilliğini gidermeyen ve ilim öğrenmeyen iman etmiş sayılmıyor. Hoca Ahmet Yesevi kimdir? Piri Sultan Türklerin dini görüş lideridir. Mevlana, Tapduk Emre, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli gibi pekçok din alimi onun talebeleridir. Ayrıca Akhisar'da bulunan Şeyh İsa da Hacı Bayramı Veli'nin talebesidir. Yani Hoca Ahmed Yesevi ekolündendir. Cehalet hiç te güzel birşey değildir. İnsanoğlu ilimle ileriye giderken insanların keçi güdüp ağaç gölgesinde yellemeyi ve cahilane yaşayıp ölmeyi arzulaması akıl alır gibi değildir. Bu dünyaya boş gelip boş gitmeyi arzulayanlara ne denebilir ki? Madem cehaleti o kadar seviyorsun; neden cep telefonu, tv, elektrikli süpürge kullanıyorsun? Otur evinde, yaşa.. İnsan bu dünyaya vaktini, enerjisini, aklını boşa tüketsin diye gönderilmedi. İslami açıdan da, Türk Töresi açısından da böyle şeyler abesle iştigaldir. Bugün ömrünü boş tüketirsin, yarın ülken işgal edildiğinde ne yaparsın? "Ölürsek ölürüz" demek kolaydır. Ancak ölümden daha kötü birşey vardır; sürünmek. Senin düşmanın olan seni hemen öldürmeyi de istemez. Önce seni her bakımdan kullanmayı ve perişan etmeyi ister. Uyguristan'daki Türkler Çin zulmü altında. Erkekler madenlerde ve fabrikalarda, kadınlar ise genelevlerde zorla çalıştırılıyorlar. Rahat nefes almalarına bile izin verilmiyor. 5 milyona yakın Türk hapishanelerde işkence görüyor. Ölümden beter halde yaşıyorlar. Yarın senin ülkende de aynı şeylerin olmayacağına hiçbir garantin yok. Cehaletle yaşarsan ilim sahibi zalim milletlerin kölesi olursun. İngilizler Afrika'da sömürge ettikleri toplumları madenlerde çalıştırıyor. Doğru düzgün çalışmalayanlar için bir sandalye yapmışlar, mengeneyi kapattıkça insanın önce canını acıtıyor ve sonunda da boynunu kırıyor. Tabi zalimin ne zaman işkenceyi bitirip boynunu kırarak seni öldüreceğini de bilemezsin. Belki günlerce seni canı acır vaziyette öyle bırakıp eğlenecek..


“Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) Biz (bunu) yapanlardan değiliz.” (Enbiya,17) Dünyaya gülüp eğlenmeye gelmedik. Herkeste gülme ve eğlenme havası var. Akıl alır gibi değil. Soydaşlarımız dünyanın her yerinde inlerken biz hep gülmeye kanalize olmuşuz. İnsanlar içlerindeki boşluğu ve tatminsizliği gülüp eğlenmenin doldurabileceğini sanıyor. Halbuki gülüp eğlenmek tatminsizliği daha da artırır. Gülüp eğlenmek; susadığı halde daha çok şekerli tatlı yemeye çalışan insanın hali gibidir. Gözü aç olduğundan daha çok tatlı yemenin peşindedir. Ama yedikçe susuzluğu daha da artmaktadır. Peygamberimiz (ASM) "Çok gülmek kalbi öldürür ve müminin değerini düşürür. [Tirmizi]" Üç şey kalbi karartır: Çok gülmek, acıkmadan yemek ve lüzumsuz konuşmak.

Ebû'l-leys Semerkandî, "Bilhassa, kahkaha ile katıla katıla gülmekten sakın. Çünkü onda sekiz afet vardır" demekte ve bu afetleri şu şekilde sıralamaktadır:


1- İlim sahipleri ve akıllı kimseler seni ayıplar.

2- Sefihler ve cahiller başına üşüşürler.

3- Eğer cahil bir kimse isen, cehaletin artar. Bir ilim sahibi isen, ilmin eksilir. Bu konuda şöyle bir rivaret vardır: "Bir ilim sahibi kahkaha ile gülerse ilminin bir kısmını atmış olur."

4- Geçmişte işlenen günahlar unutulur.

5- Gelecekte günahlara cüret artar. Çünkü kalbi karartır.

6- Ölümü ve ahireti unutur.

7- Sana bakıp gülenlerin günahlarını da yüklenirsin.

8- Ahirette çok ağlamaya vesile olur.


Gönlün darlığı gidermek veya ruhu tatmin amaçlı sürekli gülüp eğlenme modunda olmak insanın ruhunu daha da kötü hale sokar. Halbuki milli ve manevi "hak davalar" için mücadele etmek ve kardeşlerin olan toplumların sıkıntınlarına derman olmak üzere çabalamak insanın gönlünü genişletir. Milli ve manevi hak davalar peşinde koşturmak cihattır. “Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yolumuza eriştiririz.” (Ankebut,69)


Cahil ve ahmak insan; ilim sahibi birisi uyarı yaptığında ve doğru birşeyler söylediğinde onun lafı üstüne laf etmez, bilire bilmeze yorum yapmaz, onu aşağılamaya çalışmaz, onu kötülemez, onu dışlamaya uğraşmaz. Asıl edep işte budur. Edebi kendi menfaatlerini ve nefsine dokunan sözler edildiğinde aklına getiren insan ise kör bir dünyada yaşıyordur. Yaşam alanı küçücük bir yer olan ve dünyayı tanımamış insanların öngörü sahibiymiş gibi yorumlar yapması tamamen ahmaklıktır. Gerçekten kültürel birikimi olan bir insan yorum yaptığı zaman evrensel doğrulara, milli ve manevi değerlere, milli ve manevi hedeflere ve menfaatlere, doğrularımızın kaynağı olan referans alanlarına göre düşüncelerini şekillendirir ve edebi bir üslup ile de karşısındakilere onları aktarır. Tamamen kendi nefsine göre düzensiz ve hiçbir değere sahip olmayan yazılar yazmak insanı kamil bir mertebeye ulaştırmaz.


Atalarımız "eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı" demişler. Boşuna da dememişler. “Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin: Ölümden önce hayatın, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin, ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin değerini bilin.” (Ebu Nuaym, Hilye’de mürsel olarak; Hakim,4/306’da mevzu olarak rivayet etmiştir. Bkz: Şerhu’s Sünneh, 14/224.)


Biz ilim öğrenmek için 30 senemizi harcadık. Türkçe, İngilizce, Türkçe'nin 6 lehçesi, Almanca, Rusça, Arapça öğrendik ve halen de yeni şeyler öğreniyoruz. Binlerce kitap okuduk. Başkaları vaktini eğlence peşinde tüketirken biz birşeyler öğrenmenin peşinde koşturduk. Yazdığımız herşey ilim süzgecinden geçirilerek yazılmıştır. Her zaman genele söyleriz ve yazarız. Kişileri hedef alarak ifade kullanmayız. Ama insanların o kadar çok hataları ve eksikleri var ki, sürekli bizim ifadelerimizden kendilerine gocunacak birşeyler bulurlar. Hemen de nefslerince bize saldırırlar. Gözlerinizi kapatmakla güneşi ortadan kaldıramazsınız. Biz kendi keyfimiz için birşey anlatmıyoruz ki.. İnsanlığın ve dünyanın selameti için bir aydınlanma başlatmaya uğraşıyoruz. Kendi keyfimiz için çalışsaydık bugün makam, para, zevk peşinde koşardık. Allah çok şükür ki onları da bize bir şekilde veriyor. Ama entelektüel birikimlerimiz, ilmimiz, öngörülerimiz ile kendine göre bizi değerli kılarak yapıyor. Bizim kimseden kendi nefsimiz için bir isteğimiz, bir beklentimiz yoktur. Allah'ın rızasından ve atalarımızın huzurunda yüzü ak olmaktan başka bir derdimiz yoktur. İnsanların hallerine bakıp değer biçerek birşeyler yapma kararı alsaydık "değmez" deyip geçer giderdik. İnsanlar kendi değerlerini düşürüyorlar ve kendi davalarına sahip çıkmıyorlar. Çok az insan bilinçli ve anlattıklarımızı anlayabiliyor. İnsanlar çok az dinlemeye ve anlamaya çalışıyor ve buna karşın da çok ve boş konuşup duruyor. Ne konuştuğundan kendisi de birşey anlamıyor. Tek dertleri kendilerini haklı çıkartmak ve vicdanlarını rahatlatmak. “Sizden en çok buğzettiğim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız, geveze (lafazan) ve gereksiz yere çok konuşanlarınızdır.” (Tirmizi, K. Birr ve’s- Sıla’da Cabirden rivayet etmiş ve “Hasendir” demiştir. Hadis, Müsned, 4/93’de mezkûrdur. Bkz: Şerhu’s Sünneh, 12/367.)


Enes b. Malik’in rivayetine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:


“Kimin derdi ahiret olursa, Allah onun gönlünü zengin kılar ve iki yakasını bir araya getirir. Dünyalık, istemeye istemeye ona gelmek zorunda kalır. Kimin derdi de dünya olursa, Allah onu fakirlikle yüz yüze bırakır ve iki yakasını bir araya getirmez. Dünyalıktan ancak, kendisine takdir edilen kadar nasibini alır.” (Tirmizi, 2583)


Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse, ona yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mü’min olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra, 18-19)


Cehaleti ile mutlu olduğunu, keçi peşinde koşturarak ve tezek koklayarak huzurlu olduğunu iddia edenlere şaşmamak elde değil. Kur'an'da bile "büyü" hakkında ifadeler bulunmasına (yani büyünün varlığı kabul edilmesine) karşın "ben büyüye inanmam" diyen insanlara cahil denmez de ne denir? Maalesef özellikle Türkiye'de büyücülük ve üfürükçülük işleri en rağbet gören işlerin başında gelir. İnsanlar durmadan büyü yaptırıyorlar. Büyü alenen haramdır. Büyüyü yaptıran, yapan, aracı olan, fikir veren herkes cehenneme gidecektir ve ebedi orada kalacaktır. Doğal yollardan birşeyleri elde edemeyen insanlarımız "ya benim olsun, ya da kimse elde edemesin" diyerek büyüye başvurmaktadır. Ayrıca yine bu ülkede "gıybeti" çok iyi birşeymiş gibi anlatan ve gösteren insanlar çoğaldı. Tv kanallarında bile gıybet maddah birşeymiş gibi gösteriliyor. Halbuki "gıybet eden, kardeşinin etini yiyen gibidir" diye hadis vardır. Gıybet eden kişi, ettiği kişinin günahlarını kendi sırtına yükler. Bunları göre göre cehalet ile mutlu olduğunu iddia etmek ahmaklıktır. Prof.Dr.İlber Ortaylı "gelişmiş, gelişmekte olan ülkeler.. bunların hiçbirisi bizim ülkemize uymuyor.. bizim ülkemiz gelişmek istemeyen, gelişmemekte ısrarcı olan ülke olabilir" demektedir. Gelişmek sadece bilimde, teknikte, teknolojide, inşaatta ilerlemeyi göstermez. Medeniyet unsuru olarak zihniyeti, düşünce tarzı, kültürel seviye, milli ve manevi davalara bağlılık, değerlerinin ilerlemesi, ahlaklı yaşamı ile insanlığın ilerlemesi önemlidir. İnsanın iç dünyası, ruh alemi, karakteri, kişiliği, milli varlığı, manevi şahsiyeti, kemalat mertebesi gelişmedikten sonra gösteriş dünyasında gelişmenin bir anlamı olmaz. Türk yurtluklarının bugünkü perişan, sefil, ruhu köle olmuş, umursamaz ve bencil halinden cehalet ve ahmaklık sorumludur. Eskiye rağbet hiçbir zaman olmaz. Hiç kimse elindeki ileri seviye imkanları bırakıp eskilere ait basit yaşam tarzına dönmeyi istemez. İnsanlık ilimle sürekli ilerler. Atalarımız "nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" demiştir. İnsana önce nush yani nasihat edilir, sonrasında ise tekdir edilir yani azarlanır ve en sonunda ise kötek atılır. İlim sahibi kişiler insanları uyarırlar, insanlara nasihat ederler. Ama çok az insan onları dinler. Toplum giderek kötüye gitmeye başlar. Ahlak bozulur, düzen bozulur, din hiçe sayılır ve tamamen kişisel nefse dayalı yaşam modeli ortaya çıkar. Ondan sonra alimler devreye girip halkı ve insanları azarlamaya başlar. Bu durum insanların hiç hoşuna gitmez. Ancak alimler dünyanın kötüye gidişinin manevide bir bedeli olacağını öngörmektedirler. Belalar ve musibetler yaklaşmaktadır. Bazıları kişisel, bazıları toplumsal düzeyde gelecektir. İnsanlar yine umursamazlar. Onlar da alimleri azarlamaya, aşağılamaya, kötülemeye ve dışlamaya çalışırlar. Sonrasında ise ülkenin ve milletin başına çeşitli şekillerde belalar ve musibetler yağmaya başlar. Osmanlı'nın son 100 senesinde halkın ve elit kesimin kötüye gidişinin ceremesini millet olarak çektik ve az daha bütün topraklarımız elimizden gidiyordu. Osmanlı'nın büyük savaşları ve Kurtuluş Savaşı ile atlattık. Ancak Anadolu'daki Türkmen nüfusu 26 milyondan 13 milyona düştü. Osmanlı'nın son 100 senesinde yaşanan sefil ruhlu haller Cumhuriyet döneminde de yaşandı. Ancak bu durum fazla uzun sürmeyecektir. Yine ülkemizi altımızdan çekmeye çalışıyorlar. Bu sefer düşman içimizde ve dost kılığında..


Ahmağın en kötü olanı; vatanı ve milleti perişan durumlarda iken kendisi eğlence ve gülme peşinde vaktini, ruhunu, ömrünü ve imkanlarını çürütendir, gaflet içinde yuvarlanandır. Altından ülkesi, milli ve manevi değerleri, kültürü çekilip alınır da farkına bile varmaz.


Cehalet, hayatta iken saadet gibi görünebilir. Ancak Allah cahil insandan ve hele ki cehaleti seven insandan nefret eder. Öldükten sonra cahil insan dayağa ve türlü cezalara tabi olur. Saadet (o da mümkünse) cahile ölesiye kadardır.


İnsanlar ne kendisine hakikatleri öğretmeye ve göstermeye çalışanları, ne nasihat eden ilim sahiplerini, ne ikaz edip azarla karışık akılları başa getirmeye çalışan alimleri takar. Bu dünyada türkü belalar ve musibetler gelir onu ve yaşadığı toplumu bulur. O, hiçbir şeyi umursamaz ve hiçbir şeyden ders te almaz. O, başına gelen belaların ve musıbetlerin nedenlerini sorgulamaz, düşünmez. Onun sonu nedamettir, çöküştür, sefilliktir. Allah sana bu ömrü boşuna mı verdi? Ye, iç, gez, eğlen diye mi bu ömür sana verildi? Elbette ki her yaptığın iyi şeyin bir karşılığı, her yaptığın kötü şeyin de bir karşılığı var. Sen Allah'a karşı umursamaz olursan, Allah ta sana karşı umursamaz olur. Yarın hesaba çekileceğin günde, atalarının karşısında yüzü kara ve prangalar içinde rezil rüsva olursun. Hadi bizi dinlemiyorsan, Allah'ın Kur'an'ını ve Hz.Muhammed'in (ASM) Hadislerindeki uyarılarını dinle. Senin yaptığın ya da yapacağın hiçbir şeyden bizim bir kazancımız olmaz. Bizim tek kazancımız; bir kardeşimizin kendi selametine kavuşması olur.



Kızıl Kurt Alpagur, İmam Abdullah







Comments


E-POSTA ABONELİĞİ

  • Google+ Sosyal Simge
  • LinkedIn Sosyal Simge

Abone Listemize Katılın

Bütün gelişmelerden haberdar olun.

© 2023 by Salt & Pepper. Proudly created with Wix.com

bottom of page